11 Ocak 2015 Pazar

Ölümsüz Halı

Ölümsüz Halı


Mahlûkat ilmeklerle örer ömrü. İhtimam yahut ihmaldir beşerin türü. Elmastan parlak da olur, aratır da kömürü. Öper ayakları altından, aczinden ötürü.


Tezgâh hiç boş kalmazdı. Bir halı biter ardından bir başkası yerini alırdı. Sıra sıra iplerin arası zamanla dolar ve halının motifleri ortaya çıkardı. Yine bir halı dokunuyordu tezgâhta. Kuru hava dokumacı kızı terletmiyordu. Ancak teni güneşin olanca sıcaklığıyla kavruluyordu. Kırmızı bir halı böyle bir havada narin ellerce dokunuyordu.

Genç kızın elinden çok farklı halılar geçmişti. Her biri için yüzlerce ilmek bağlamıştı. Günlerini eskilerden yadigâr tezgâhın önünde küçük bir iskemlenin üstünde geçirmeye alışmıştı. Türlü ipler getirilmişti önüne. Çeşitli modellerde halılar dokumuştu. Kimisi başlarda güzelliğini hiç belli etmezdi lakin tamamlanınca bambaşka olurdu. Bazısı ise göze hoş gelirken, bittiğinde sıradanlıktan kurtulamazdı. Kimini daha bir özenle dokuduğunu hissederdi kız. Şayet ip güzelse ona da ayrı bir şevk gelirdi. Alışılagelmiş bir model dahi bambaşka bir havaya bürünürdü, böyle olduğunda.

Kırmızı halı da ipinden midir nedir, pek güzel ve sevimli olmuştu.

Halılar genellikle sipariş üzerine yapılırdı. Tacirler gelir, istedikleri halılar hakkında bilgi verir; ipini getirir, modelini gösterirdi. Ebadına göre birkaç ayda tamamlanmış olurdu. Ancak kırmızı halı için bu geçerli değildi. Zira o talep üzerine dokunmamıştı. Nasıl olduğunu anlamadan kendini dokuma tezgâhında bu halıyı dokurken bulmuştu genç kız. Üstelik çok kısa sürede bitmiş, bir şeyin ağır yapıldığında daha iyi neticeler ortaya çıkacağı noktasındaki genel kabulü de, ebediyen çürütecek kadar harika bir halı husule gelmişti. Ancak dokumacı kız bunun pek de farkında değildi. Ne olup ne bittiğini pek de anlayamamıştı. Halı bitmiş, o da yorgunluktan hemencecik uykuya dalmıştı.

Ertesi gün tacirlerden biri yine sipariş vermek için, kerpiçten yapılma evin tahta kapısını çaldı. Genç kızla birlikte tamamlanmış olanların yanına gittiler. Henüz tezgâhtan inmiş olan kırmızı halıyı da niyeyse onların içine koymuştu dokumacı kız. Belki tacir fark etti, fazladan bir halı daha aldığını belki de görmedi. Dokumacı kız da o an fark etmedi kırmızı halıyı da verdiğini. Sonraları gönlünün onu arıyor olduğunu hissettiğinde; etrafta bulamayınca artık yok olduğunu anladı. Yanlışlıkla diğerlerinin arasına karışmış olmalıydı, zira onu satmadığını adı gibi biliyordu.

Ancak kırmızı halı onu tanıyamadan, gün ışığında renklerine dahi bakamadan divandan ayrılmıştı.

Halının yeni sahibi tacir de memleketine geri dönmüş eşeğinin sırtından halıları indiriyordu. Bir anda kırmızı halıya elini atınca öylece kaldı. Bu halı onun olamazdı, biliyordu. Keza yıllardır bu işi yapıyordu, ne daha önce böyle bir halıya dokunmuş ne de bu denli güzel bir kırmızı görmüştü. İplerin türlerini de, halıların modellerini de bilirdi. Bu halıda farklı bir şey vardı. Motiflerine bakarken yoruluyordu insan. Tam ondan uzaklaşacakken bakışlar, kırmızısının sıcaklığı ve sevimliliği sayesinde yine onun içine doğru kayıyordu. Harikulade bir halıydı bu.

Tacirin içinde bir şeyler onu geri götürmeye ittiyse de pazara götürmekte karar kıldı bu kırmızı halıyı. Biçeceği fiyatı dahi şaşırmıştı. Zira daha önce böyle bir halı satmamıştı. Dükkâna gelen saray ahalisinden insanların hoşuna gidince, onlardan daha iyi bir müşteri bulamayacağını düşünerek pekiyi bir meblağa sattı. Kafiledeki develerden birinin sırtına yüklenmiş artık sarayın yolcusu olmuştu kırmızı halı. Hatta artık saraylı olmuş bile denebilirdi. Daha tazecikti üstelik. Hiç de tecrübesi yoktu. İlk seferinde sarayın kıymetli insanlarına hizmet edecek, onların ayakları altında yer bulacaktı.

Aylarca yere serilmiş olmasına rağmen el üstünde tutuldu kırmızı halı. Saraya bir şekilde yolu düşenlerin onu görmeden oradan ayrılması mümkün değildi. Her gören de kendisinde farklı bir şey olduğunu ifadeden geri durmuyordu. Derken zamanla bu şöhret de, her şeyi tüketmeye meyilli insanoğlunu tarafından bitirilmişti. Nihayet sefirlerin ağırlandığı salondan kaldırılıp ambara konulmasına da karar verilmişti kırmızı halının.

Senelerce orda kaldı halı, kimseciklere görünmeden.

Derken bir gün; ambarda sebebini anlayamadıkları bir yangın çıktı. Neyse ki pek büyümeden söndürüldü. Zaten her tarafı is olan malzemelerin sarayda kullanılamayacağı için çalışanlarına dağıtılmasına karar verildi. Mutfakta çalışan bir aşçıya düşmüştü bu parça da. O da bununla pek ilgilenmeyip, ona yardımcı olan kıza onun yerine isterse halıyı alabileceğini söylemişti. Zaten evlerinde pek az eşyası olan kızcağız bunu sevinerek kabul etti. Her şeyden evvel halılar onun için ziyadesiyle kıymetliydi. Keza annesi de eski bir dokumacıydı; onların ne emeklerle o hale geldiklerini bilirdi. El değen her halıda gözün de nuru vardı, sırf bu sebepten halıyı alırdı.

Toza toprağa bulanmış halıyı, neşe içerisinde eve götürdü yardımcı kız. Annesi de pek sevindi halıya. Sabah gözüyle temizlemek için bir kenara koydular. Ertesi gün, ikisi de el ele verip silmeye başladılar tozlu halıyı. Her bir harekette daha bir güzelleşti. Bir parça daha kızardı halı. Sanki uzun zamandır saklanmış güzelliğinin ortaya çıkmasından ötürü utanıyor ve olduğundan daha çok kızarıyordu. Bu sebepten saatlerce sildiler halıyı ve pırıl pırıl oldu. İpleri tarandı. Anne, kız öylece kalıp halıyı izlemeye koyuldular. Böyle bir şeyi daha önce görmüş değillerdi.

Yıllar kırmızı halıya da tesir etti. Çok şeyler geçti başından nice sahipleri oldu. Gönlünden ise şunlar döküldü.

Bir halıydı nihayetinde; yerlere serilirdi. Ancak güzel bir halı olduğunu da bilirdi. Beğenildikçe gururlandığı çokça oldu. Herkesin göz bebeği olmak zordu. Ancak insanların çok çabuk fikir değiştirip, onu el üstünde tuttuktan sonra umursamazca bıraktıklarını da biliyordu. Böylece hayatı tanıdı. Kimi zaman her şeye rağmen yere serilen bir eşya olduğunu hatırladı. Hâsılı, ayak öpmeyi öğrendi halı. Bir yerdeki en kıymetli şeyken, en basit şey gibi hareket etmeyi öğrendi yine. Tozun, toprağın içinde nefes dahi alamadığı anlar oldu. Ancak parlamadan da kıymetli kalabilmeyi öğrendi.

Kırmızı halı ölümsüzdü. Tozlanıyordu, kıymetten düşüyordu; bir yerlere öteleniyordu kimi zaman. Ancak yine bir gün geliyor, tozlar gidiyor, gönül yanıyor. Kırmızı harikulade kumaş yerleri süslüyordu. Belki pek çok kez ölmüş pek çok kez doğmuştu. Bu yüzden ölümsüzdü. Bir gün geliyor yine öpüyordu herkesi ayaklarından. Seneler ona bir şey fısıldamıştı. Güzelliğini kıskananı, sevenden ayırmak yoktu. Hepsini kucaklıyordu, yılların ağırlığı üstünde yine gülüyor, boyun eğiyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder